keshishadam

Yaşamın her bir karanlık, zor sorusunun ardında Tanrısal bilgelik kendini gizlemektedir!

Archive for the month “Nisan, 2014”

İki Kardeş


Resim

 

1981 yılında İzmir’de biri 6, diğeri 9 yaşında iki kardeşin hikayesidir anlatacaklarım. O zamanlar sinemalarda genelde Türk filmleri var, ama onlar bile muhteşem geliyor o dönemde. Büyük olan daha önce mahalleden arkadaşları ile gelmiş sinemaya ve evde ballandıra ballandıra anlatınca küçük başlamış ” abi ne olur beni de götür sinemaya” demeye. Normalde büyük olan hep küçüğe eziyet edermiş, ama küçük olan ne olursa olsun abisinin peşini bırakmazmış. Neyse küçüğün ısrarlarına dayanamamış sonuçta ve gelmişler sinemaya. Ama küçük o kadar heyecanlıymış ki abisini sinemanın başlama saatinden çok erken getirtmiş sinemanın önüne. Biletleri almışlar ama sinemacı bu iki ufaklığı sinemaya sokmamış ve filmin başlamasına yakın gelirsiniz diyerek yollamış. Oysa küçük olan biran önce içeriye girip sandalyesine oturup sesini çıkartmadan beklemeye dünden razıymış. Neyse bunlar bakmışlar yapacak birşey yok, bari şöyle turlayalım diyerek başlamışlar Buca’nın o eski Rum evlerinin arasında dolaşmaya. Bizim iki kafadar aylak aylak yerdeki küçük taşlara tekme ata ata yürürlerken birden kendilerine doğru koşarak gelen iki çocuk görmüşler ve birden oldukları yerde durmuşlar. Küçük olan hemen abisinin elinden tutmuş. Çocuklar bağırıyorlarmış ama ne dediklerini başta anlamamışlar, yaklaşınca sonunda ne diye bağırdıkları anlaşılmış;

“KAAAÇIIIIIIIINNNNN!!!!!!!!”

Birden bağırarak kendilerine doğru koşan iki çocuğun arkalarındaki ağızlarından salya akarak bunları kovalayan iki köpeği görmüşler. Bizim iki kardeşin de korkudan yürekleri ağızlarına gelmiş ve başlamışlar vargüçlerince kaçmaya. Karşıdan gelen çocuklar aynı istikamette koşmaya devam ederken büyük olan kardeş hemen ara sokağa sapmış ama şanslarına köpekler de diğer iki çoğun peşini bırakıp bizim iki küçük kardeşin peşine düşmüş. Büyük olan açmış pergelleri kaçarken küçük olan, bir yandan nefes nefese koşarken bir yandan da ağlıyormuş. Büyük olan kendini kurtarmış ama küçük her an köpeklerin kendisine yaklaşmakta olduklarını görmüş, zaten korkudan yüreği ağzından çıkmak üzere olan küçük birazdan olacakları görmemek için elinden gelen tek şeyi yapmış. Gözlerini kapamış ve ciğerleri yırtılırcasına son gücüyle bağırmış,

“AAAAAAABİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİİ”

Gözlerini abisinin sesini duymasıyla yeniden açmış, gördüğü şey şuymuş; aslında kendisi gibi küçük olan abisi ağlayarak ve bağırarak köpeklerin üzerine doğru koşuyormuş. 

Nasıl ama görüntü gözünüzde canlandı mı?

Sonunu merak ediyorsunuz değil mi? Tamam tamam anlatıyorum. 

O gün o köpekler beni yakalayamadı, abimin bağırmasından korkup birden kaçmaya başladılar….

İşte o gün sen benim gerçekten, abim oldun. Sen hep en güçlüydün, en kahramandın. Seni şu hayatta en güçsüz gördüğüm gün, aslında benim de en güçsüz olduğum gündü. O gün babamızı son yolculuğuna uğurlarken senin elin kolun düştü ve babamı tutamadığını görünce, işte tam o anda aklıma 1981 yılındaki abim geldi ve mezarın içine senin yerine ben atladım. Babamızı toprağa verirken ona son dokunan ikimizden birisi olmalıydı, senin yerine o gün ben son sözlerimizi babamın başını toprağa bırakırken söyledim. Aslında o gün bana o gücü veren sendin güzel abim. Birgün birbirimizin bu hayattan gidişine şahit olacağız, en güçlü olan en son gitsin olur mu? Ama ne olur bana son sözlerimi sen söyle, en korktuğum anda bana verdiğin cesareti yine sen ver. Bu hayatta iyi ki senin gibi abim olmuş, güzel abim benim.

 

 

 

 

Balıkçı İsmet


BALIKÇI İSMET

Ankaralılar bilirler Kızılay’da “Can Balık” vardır, simge olmuş bir yerdir. Önünde uzayıp giden bir kuyruk, ekmek arası balığın yanına bir de şalgam suyu aldınız mı on numara beş yıldız bir ziyafet çekersiniz. Bugün (10 Nisan 2014)  öğlen arası iş arkadaşımla oraya gittik. Hay Allah keşke bunları gündüz yazsaymışım şuan saat 23:32 ve resmen canım çekti. Neyse artık ok yaydan çıktı bir kere ben anlatacaklarıma geri döneyim.

Balık ekmeklerimizi şalgam suyu eşliğinde afiyetle midemize indirdik (bu arada şuan yutkunuyorum) , sonra elinde çay tepsisiyle bir çaycı yanımıza geldi. Çaycıyı orada ilk defa görüyordum, sonradan öğrendim meğer ilerde bir çay ocağından geliyormuş ve durumdan vazife çıkartarak çay satmaya balıkçıya gelmiş.  “Abilerim çay içer miyiz” diye sordu. Ben de “Kocatepe Kahveevi”nde Türk kahvesi içeriz niyetindeydim o yüzden yok almayalım biz kalkıyoruz hocam dedim. Tamam abi diyerek yanımızdan uzaklaştı. Bu arada kimsenin çay almadığını fark ettim ve çaycı gözden kayboldu. Biz tam kalkmak için hazırlanırken masamızı birisi silmeye başladı ve “Çay içer misiniz” diye sordu. Ben de teşekkür ederim, biz almayalım kalkıyoruz zaten dedim. Bunun üzerine “Bakın tavsiye ederim çok güzeldir arkadaşımın çayları” dedi. İşte bu cümleyi duyunca biran aklıma Şerif hocanın Eminönü’nde seyyar satıcıdan ikinci çorabı almak istediğinde, seyyar satıcının” onu da arkadaşımdan alır mısınız” sözünü hatırladım. Bu tavır eski Anadolu esnafına özgü, arkadaşının da kazanması için bir iyi niyet hareketidir. Bunun üzerine ben de “Tamam hocam alalım o zaman iki tane çay, bu arada arkadaşınız için yaptığınız bu hareket gözümüzden kaçmadı” dedim. Bunun üzerine “Yok hayır yanlış anlamayın burada çalışmıyor benim ondan bir kazancım yok” diyerek mahçubiyet içerisinde kendini savunmaya girişti. Belli ki ne söylemek istediğimi düzgün ifade edememiştim, bunun üzerine hayır yanlış anladınız diyerek düşüncelerimi paylaştım.

Şimdi durun asıl hikaye burada başlıyor…

Bizim  bu abimiz biz çay içeceğiz deyince çaycıyı aramaya başladı dükkanın dışına kadar çıktı bir eli belinde sağa sola baktı, ama çaycımız ortalıkta yoktu. Sonra ne yaptı biliyor musunuz? Adamı cep telefonundan aradı. Sonuçta alt tarafı iki çay değil mi? Az sonra anlayacaksınız, alt tarafı iki çay değilmiş meğer…

Biz ayağa kalktık ve bu abimizin yanına gittik, abi sen zahmet etme çaycının yeri neresiyse sen bize tarif et,  biz oraya gideceğiz, mutlaka o güzel çayları içeceğiz dedim. Yok olmaz öyle şey dedi ve bizi güneş gören güzel bir masaya oturttu ve geliyor şimdi dedi. Neyse biz gülümsedik ve oturduk masaya. Bu arada çaycı geldi. Abimiz çaycı arkadaşa “Bak bu arkadaşlar benim hatırım için kaldılar” dedi. Ve o an arkadaşı için iyi bir şey yapmış olmanın mutluluğunu gördük yüzünde… Hikaye burada bitiyor diye düşünebilirsiniz. Ama yanılıyorsunuz sakın dağılmayın asıl söyleyeceklerim şimdi başlıyor …

Abimiz çaycı gidince başladı anlatmaya “bu arkadaşımın durumu son zamanlar kötüledi o yüzden yardım etmek istedim” dedi.

“Abi affedersiniz isminizi sormayı unuttuk isminiz nedir?” dedik. Döndü bize, sanki o an beklediği en son soruyu sormuşuz gibi, elindeki bezi aşağıya indirdi, kafasını yukarıya doğru kaldırdı (hani hababam sınıfında Mahmut hocanın ben tüccar değilim ben öğretmenim deyişini hatırlayın aynen öyle) ve “ İsmet, benim ismim İsmet” dedi. İsmini öyle bir söyledi ki sanki ben masanızı silen adamdan fazlasıyım dedi. Ve devam etti, ben aslında kitapçıydım kitap okumayı çok severim. Ama iflas ettim şimdi burada çalışıyorum çalışırken kitap da okuyamıyorum dedi. Biz elimizde çay öyle kaldık İsmet abimizin önünde. Kimleri okursunuz falan derken Şerif hocanın filinden tutun, Doğan Cüceloğlu’nun kitaplarına kadar bize takır takır kitap anlatmaya başladı. Biz de hayranlıkla dinlemeye başladık. Bu arada Savaşçı kitabını bilirsiniz değil mi? O kitap sadece bir söz için bile okunur ve şak diye o sözü söyledi. Bu kitabın üzerinde düşünce çarpıştırmışlığımız var zamanında ve İsmet abimiz hem okuyor hem de tam gözünden vuruyor. Savaşçının sözünü merak ettiniz mi bu arada? Bekleyin biraz daha…

Biz çayları aldık ve 1 Tl olan çay için nezaketen çaycıya 5 Tl verdik ve bu çay İsmet abinin sohbetiyle 1 Tl’yi çoktan geçti dedik. Bizim çaycı da “olmaz öyle şey” siz bekleyin yeni çay çıkıyor size taze çaydan bir daha getireceğim dedi. Allahım dedim balık mı yedik insanlık dersi mi aldık anlamadım. BU arada İsmet abi başka masaları bir yandan silerken bize peş peşe  hikayeler anlattı. Bir tane de kişisel gelişimle ilgili fil hikayesi anlattı ki, biz darmadağın olduk. Hikayeyi merak ediyorsunuz değil mi? Bekleyin biraz daha…

Ankara’ya yolunuz düşerse Kızılay’da “Can Balık” nerede diye sorun… Sonra balığınızı alın, balığın yanında İsmet abiyle hikayelerini bedavaya veriyorlar…Bu hikayeleri size ben de anlatabilirim ama bugün İsmet abi diye bir arkadaşım oldu, gidin biraz da onun hikayelerinden alın. İsmet abinin sadece masaları silmediğini göreceksiniz, biraz da ruhunuzu temizliyor. Siz onu bulun diye bakın resmini de koydum. Gidin konuşun, çok mutlu olacaktır emin olun! Tanıştırayım,  İsmet Abi.

090420141048

Şimdi dağılabilirsiniz, ama sakın fazla uzaklaşmayın! Anlatacaklarım var….

Not: İyi insanları fark edebilme hassasiyetiniz olsun, çok zor değil sadece ismini sorun yeter…

Gönderiye Yönelik Gezinme